“An Evening of Fourplay”
Bundan yıllar önce “An Evening of Fourplay” DVD’sini ilk izlediğimde bu müziğin Jazz’ın karmaşıklığı ile sadeliği arasındaki ince çizgide durduğu hissine kapılmıştım. Salt müzik yapmak için bir araya gelmiş dört teknik anlamda üst düzey müzisyen, onların müzikal olgunlukları ve aralarındaki uyuma seyirciyi de dahil etmelerini sağlayan pozitif enerjileri. İKSV Salon’a gelecekleri açıklandığı anda bu tecrübeyi yıllar sonra canlı olarak yaşamak için sabırsızlanmaya başlamıştım.
Salon’a haftaiçi olması ve işlerimin uzaması nedeniyle konser başlamadan bir kaç dakika önce yetişebildim ve balkonda arkalardan kendime zor da olsa bir yer buldum. Fourplay’in sahneye çıkmasıyla birlikte kendimi Jazz’ın saflığına teslim etmiş bulunuyordum.
Bu “sade” ve “saf” sözcüklerini kullanışım şüphesiz enstrümanlarına bu kadar hakim olmalarına rağmen müzikal anlamda da bu denli olgun olmaları ile alakalı. Duyguyu en başından kısa kısa cümlelerle inşa edip en sonunda müzikal ve duygusal hazzın doruğuna süper bir uyum içerisinde yürümeleri, birbirlerini dinlemedeki kusursuzlukları ve seyirciyi de bu duyguya ortak etmedeki ustalıkları Fourplay’i farklı kılıyor.
Teknik becerilerinin yanında her bir müzisyenin konser boyunca seyirci ile olan iletişimi ve dinanizmi üst düzeydeydi. Harvey Mason (Davul) dinamik ritimleri, mükemmel tuşesi ve stick kontrolü, Nathan East (Bas) sürekli olarak baseline’ı dolduran funky tekniği, duygu dolu vokalleri, şarkıyla bütünleşen mimikleri, Bob James (Tuşlular) yılların süzgecinden geçen melodileri, üstün tekniğine karşın yalın ve insanın içine işleyen dokunuşları, Chuck Loeb (Gitar) tekniği, gruba yeni katılmış olmasına karşın uyumu ve yer yer fusion tadında soloları ile bu deneyimi eşsiz kılmayı başardılar.
Grup eski parçaları yanında son albümü “Let’s Touch The Sky”dan da parçalara yer verdi bu konserde. Albüme de adını veren bu parça zaten grubun yıllanmış bir şarap gibi her geçen gün daha da tatlanan müziğinin bir sembolü gibi. Parça uzun bir piyano introsu ile başlıyor. Bob’un sihirli dokunuşlarını takip eden gitar melodileri, blues üzerinde kısacık belli belirsiz bir mola verdikten sonra Nathan’ın derin vokali ile birleşiyor. Parçanın sonunda daha mutlu bir havayı solumamızı sağlayan melodiler ise şunu düşündürüyor: Parça tek bir çizgide ilerliyor gibiyse de Bob aslında birçok farklı duyguyu kusursuz bir duruluk içinde yaşama ve yaşatma konusunda oldukça başarılı. Ve yıllar da geçse bu müzikal tavrını aynı şekilde muhafaza etmiş durumda.
Chuck Loeb’e ayrı bir paragraf açmak gerektiğini düşünüyorum. Lee Ritenour gruptan ayrıldığında Jazz çevrelerinde bu Fourplay’in ruhundan bazı şeylerin yitebileceği şeklinde yorumlanmıştı ve Lee’nin clean tonunun ve sihirli dokunuşlarının yerinin doldurulamayacağı düşüncesi hakimdi. Konserde gördüğümüz kadarıyla Lee’nin gitarının tadını yakalamak belki kolay olmayabilir, fakat her gitaristin de bir yoğurt yiyişi vardır elbette. Chuck da üstün teknik kapasitesi ve grupla uyumu neticesinde Fourplay ruhundan bir şeylerin kaybolmasına asla izin vermeyeceğini bize müziğiyle anlattı. Hatta yer yer fusion kokan soloları ve ekstra enerjisiyle gruba kattığı dinamizm, “Show must go on! (Şov devam etmeli!)” mesajını verdi adeta. Lee’den sonraki dönemde grubun bir gitarist daha (Larry Carlton) eksilttiğini de düşünerek Chuck esprili bir şekilde bu konuyla ilgili tedirginliğini de paylaşarak bizi epey güldürdü.
Son bir parça için geri geldiklerinde grubun yaptığı inanılmaz şov ise hem uyumlarını hem virtüözitelerini hem de müziği duyma ve yorumlamadaki üstün becerilerini ispatlar nitelikteydi. Seyirci ile olan keyifli iletişimlerini de bu şekilde en üst seviyeye çıkarmayı başardılar. Karşılıklı atışmalarla geçen bu son bölüm önce piyano ve davulun dansına, daha sonra ise dört müzisyenin de pası birbirlerine attıkları bir şova dönüştü. En sonunda neredeyse her bir enstrümanın bir saniyelik performanslarının birbirini izlediği bu şovda, bir Federer - Nadal müsabakası izliyormuşçasına bir o tarafa bir bu tarafa bakmaktan yorulduk adeta. Bu unutulmaz gösteri geceye damgasını vurdu ve konserin de hakettiği şekilde sonlanmasını sağladı.
Mekanla ilgili bir şeyler söylemek gerekirse, Salon İKSV’nin Jazz için önemi tartışılmaz. Son dönemde gerçekleştirdikleri başarılı konserlerle önemli müzisyenleri seyirci ile buluşturuyorlar. Fourplay bunlar içerisinde son dönemde en ilgiyle karşılananlardan bir tanesiydi şüphesiz. Önce de belirttiğim üzere, Fourplay yaptıkları müziğin sadeliği ve pürüzsüzlüğüyle içime işleyen gruplardan bir tanesi. Fakat mekanın ses düzeninde yer yer bas ve davulların patlaması, müziğe kendimi kaptırarak rüya alemine geçiş yaptığım anlarda beni uyandıran faktör oldu. Umarım bundan sonraki konserlerde bu ufak sorunun da önüne geçerek dört dörtlük performanslara zemin hazırlamış olurlar. Ama ne olursa olsun muhteşem bir geceydi ve tadı hala damağımızda. Amacımız da kesinlikle bağcıyı dövmek değil zaten, bu üzümün tadına bayılıyoruz.


