top of page

 

Richard Bona, Öyküleri ile Babylon’da!

İmkansızlıklar arasından sıyrılarak dünya caz sahnesinin önemli isimlerinden biri olmak. Bunu sadece para, bağlantılar ya da şans ile açıklamak mümkün değil. Richard Bona’nın başarısı, eşsiz müzikal yeteneğini azmi ve kararlılığıyla birleştirmiş olmasında yatıyor.


Bona’yı çoğu kişi bir caz basçısı olarak biliyor olabilir, fakat kendisine komple müzisyen demek daha doğru olur. Bir çok enstrüman çalması yanında geniş oktavlı, yumuşak ve kontrollü bir sese sahip olan Bona, Afrika topraklarının geleneksel tınılarını caz ve dans formatları içerisinde sunduğu eklektik besteleri ve etkileyici groovy tekniği ile dinleyenleri her performansında büyülüyor. Bu yorumumu daha önce kendisini üç kez canlı takip etme şansına sahip biri olarak yapıyorum.


Bu müzikal dehayı daha yakından tanımak adına dilerseniz önce hayat hikayesine ve müzik kariyerindeki dönüm noktalarına bir göz atalım:


1967 senesinde Minta adlı bir Kamerun kasabasında müzisyen bir ailenin üyesi olarak dünyaya gelen Bona, henüz 5 yaşındayken bir Arfika çalgısı olan balafon çalmaya başlamıştı. Daha çok küçük yaşlardan armoni ve ritme karşı tutkusu olan Bona, flüt, balafon, ahşap vurmalı çalgılar ve 12 telli gitarını kendi yapmıştı. Etraftan ikinci el malzemeler toplayan ve enstrüman yapımında kullanan bu dahi çocuğun bir enstrümanı öğrenmesi için birini çalarken seyretmesi yeterli oluyordu. Müzik için yaratılmış olduğu her halinden belliydi. Sesini de yine bu yaşlarda keşfeden Bona, kilisede, düğünlerde ve çeşitli etkinliklerde söylüyordu.


11 yaşındayken babası ile taşındığı Douala’da ilk işini bulmakta gecikmemişti: Bir dans grubunda gitarist olarak sahne almaya başlamıştı. O zamanlar batı Afrika’da gitar en göz önündeki enstrümandı. 1980 senesinde lokal bir kulübün sahibi kendisine caz müzikten beslenen, soul caz ve caz rock tarzında müzik yapan bir grup oluşturması görevini verdi. Yaklaşık 500 vinil albüm dinleyen Bona, Afrikalı atalarının soyundan gelen Amerikalıların yarattıkları cazın kompleks yapısından ve sonsuzluğundan oldukça etkilendi. Jaco Pastorius’un 1976 senesinde Columbia etiketiyle piyasaya sürdüğü ve kendi adını taşıyan albümünü dinlemesi onun müzik kariyerindeki dönüm noktasıydı. Jaco’yu keşfetmesi ile birlikte bas çalmayı ilk kez düşünmeye başlamıştı. 


1989 senesinde 22 yaşındayken Paris’e gitmek üzere Afrika’yı terketti. Orada Didier Lockwood, Marc Fosset, André Ceccarelli, Manu Dibango, Salif Keita ve Joe Zawinul ile çalışarak kendisine caz sahnesinde önemli bir yer edindi.


1995 senesinde okyanusu geçmeye karar veren Bona, soluğu New York’ta aldı. Manhattan’a yerleşmesinin hemen ardından Joe Zawinul ile tekrar bir araya geldi ve dünya turnesine çıktı. Artık ismi ustalarla anılır olmaya başlamıştı.


Bona’ya göre New York tam anlamıyla bir caz şehriydi ve o kendisine açılan kapıları çok iyi değerlendirdi. Şarkı sözü yazarı Jake Holmes’un kulübünde farkedilen Bona bir süre sonra Jake’in eski dostu ünlü Amerikalı müzisyen Belafonte’nin müzikal direktörü, aranjörü ve basçısı olarak kariyerine devam ediyor olacaktı. Bu adımla birlikte Bona artık en çok talep gören müzisyenlerden biriydi ve oldukça önemli isimlerle sahne almaya başladı: Michael Brecker, Paul Simon, Chaka Khan, Tito Puente, Eddie Palmieri, Chucho Valdès, Mike Stern, Larry Coryell, Steve Gadd, Joni Mitchell, Harry Connick Jr., Herbie Hancock, Billy Cobham, Queen Latifah, Jacky Terrasson, Bobby McFerrin, Chick Corea, Joe Zawinul, Pat Metheny ve George Benson.


Eşlikçi olarak yer aldığı işlerden kendi liderliğindeki albümlerine geçerek Bona’nın müzikal yaklaşımını daha iyi anlayalım:


Branford Marsalis’in tavsiyesi ile birlikte Frank McComb’un Columbia etiketiyle çıkan ilk albümünde çalan Bona, daha sonra bu bağlantı sayesinde Columbia etiketiyle kendi liderliğindeki ilk albümünü piyasaya sürecekti: “Scenes From My Life” (1998). Albümde Michael Brecker ve Omar Hakim gibi iki önemli isim yer alıyor. O dönem basında çıkan bazı ilginç yorumları paylaşmadan geçmeyelim: “New York’ta keşfedilen yeni çocuktan etkilendiğimizi söylemekten hoşlanmıyoruz, fakat en inatçımız bile bu isim Richard Bona olunca fikrini değiştirmek zorunda kalır.” (Newsweek). “Bona şarkı söyleyen harika bir basçı değil, o hem harika bir basçı hem de harika bir şarkıcı. Aynı zamanda da besteci ve söz yazarı. Bona müthiş bir kayıt gerçekleştirdi; farklılıkların kaydını.” (Vibrations’dan Jackie Berroyer). Neden bu kadar etkilendikleri ortada aslında. Onun teknik kapasitesini bilenler, bu genç yaşta ondan bu albümü bir şov sahnesine dönüştürmesini ve tüm teknik kapasitesini caz bas sololarıyla ortaya koymasını beklemiş olabilirler, fakat Bona yaşından ve ilk albümünden beklenmeyecek bir olgunlukla herkese sadece bir bas gitarist değil, bir komple müzisyen olduğunu gösteriyor. Albümde uzun bas sololarından ziyade, ince nüansların yer aldığı ve groovy Afrika ritimlerinin melodik kompozisyonlarla sunulduğu bir Afrika masalını Bona’nın etkileyici sesinden dinliyoruz.


Diğer dikkat çeken albümlerden “Reverence”, 2001 senesinde yine Columbia etiketiyle yayınlandı. Albüm samimi ve “Scenes From My Life” albümündeki umutları onaylayan bir havada. Zorluklarla başa çıkma, iyi şans, hayattaki kararlarımız, kadercilik, mucizeler, insan ilişkileri gibi konuları işleyen Bona, biraz yavaşlayıp hayattaki güzelliklerin ve fırsatların farkına varmaları için insanlara çağrı yapıyor.
Bona’nın en dolu ve usta işi albümlerinden olan “Munia” (2003), Verve etiketiyle kaydedildi. Bunun, Bona’nın en eklektik albümlerinden biri olduğunu söylemek mümkün. Sıcak Afrika anıları ile taptaze dans fikirlerini harmanlayan Bona hareketli parçalarda dinleyeni dansa davet ediyor. Enstrümantal “Painting A Wish” parçasında ise tuşlular, üflemeliler (alto saksafonda Kenny Garrett) ve davulun (Vinnie Colaiuta) sırayla öne çıktığı başarılı bir caz örneği dinliyoruz. Bir tarzdan diğerine zıplayarak farklı tatlar alabildiğimiz bu albümde Bona, şarkıcılığını, besteci ve aranjör kimliğini sergilediği gibi aynı zamanda da bas, akustik ve elektrik gitar, synthesizer, vocoder, keyboard ve vurmalılardaki yeteneklerini ortaya koyuyor. Fakat buna karşın yine bu albümde de bir aşırılıktan bahsetmek söz konusu değil, su gibi bizi alıp götüren bir kayıt olduğunu söylemek gerek.


Bona’nın liderliğindeki 4. albüm olan “Tiki” (2006), bir dünya füzyonu örneği olarak dinleyenlerle buluştu. Enstrümanların çoğunda kendi imzası olan Bona bu albümde Afro Pop, Latin, Hint, Amerikan Pop, R&B ve Funk türleri arasında ustaca geziniyor. Tabiki içimize işleyen vokallerini de unutmamak lazım. Bu albümde John Legend, Susheela Ramen ve Mike Stern gibi önemli isimler yer alıyor.


2008 senesinde ilk canlı kaydı “Bona Makes You Sweat”i piyasaya süren Bona, ardından 2009 senesinde bir diğer stüdyo kaydı olan “The Ten Shades of Blues” ile Blues türüne bir saygı duruşunda bulunuyordu. Ona göre blues her kültürde hissedilen ana nota: “Afrika’da, Amerika’da ya da Hindistan’da bulabilirsiniz onu. İnsanlar ona gitar ve vokallerle belli bir tarz katarlar, ama önemli olan onun her kültürün ve ifadenin altında yer alan bir ölçü oluşu. Ten Shades of Blues, 10 nüans, blues’u 10 farklı şekilde çalma anlamına geliyor.”


Bona’nın geçen sene kaydettiği son albümü “Bonafied” yine bir dünya füzyonu olarak nitelendirilebilir. “Mute Esukudu” parçası latin caz türünü referans alırken, “Uprising of Kindness”da tango, “Diba la Bobe” parçasında Afrika popu ve “Janjo la Maya”da Paris kabareleri tadı almak mümkün. “Akwapella” parçasında ise 12 katmanlı vokal kayıtlarıyla Bona, bizlerle Kamerun’un çoklu ritim ve vokallerini paylaşıyor. Albüm, Douala dilinde yazılmış sözleri ile bireysel ve toplumsal ahlaki meselelere ışık tutması anlamında da önemli bir yere sahip. Albümün duygu merkezi ise “Mulema” parçası. Mulema, akustik gitarları, hafif vurmalıları ve yumuşak vokalleri ile gerçek aşkının izinde zorlu bir okyanus yolculuğunu göze alan bir adamın hikayesini anlatıyor. Bona’nın sözlerine kulak verelim: “Farklı bir yerden geliyorum. Geldiğim yerde müzik mutlaka bir hikaye anlatıyor olmalıydı. Arkasında güzel bir öykü taşımayan bir müzik asla gerçek müzik değildi. Benim geçmişim bu.”


Riskler alan, fırsatları değerlendiren, yeteneğini azmiyle birleştirip başarıyı yakalayan ve tabiki bu yolda sayısız deneyim edinen bir müzisyen Richard Bona. İşin güzel tarafı ise hala balafonunda ilk melodisini çalan o 5 yaşındaki çocuğun ruhunu taşıyor olması.


Bona’nın öykülerini dinlemek için 6 Kasım’da Babylon’da buluşalım!

Teşekkürler

  • Instagram
  • Facebook
  • LinkedIn

©2020 by Can Karakuş

bottom of page