TIGRAN HAMASYAN - MOCKROOT
Herbie Hancock’un “boynuz kulağı geçti, artık o benim hocam” dediği, cazın son yıllardaki yükselen yıldızı, piyanonun dahi çocuğu Ermeni müzisyen Tigran Hamasyan, son albümü Mockroot’tan parçalarıyla, İstanbul Caz Festivali kapsamında 1 Temmuz akşamı Cemal Reşit Rey sahnesinde bizlerle olacak.
Tigran’ın anne ve babasının ailesi aslen Kars’lıydı. Sonra Gümrü’ye yerleşmişlerdi. Tigran da 1987 senesinde Gümrü’de dünyaya geldi. Çok zor bir çocukluk geçirdi. 1988’de savaş başlamıştı. Deprem oldu. Sovyetler dağıldı. Çok zor yıllar onu ve ailesini bekliyordu. Işıkları, yakacakları yoktu. Babası sabah saat 5’te kalkıp ekmek kuyruğuna gitmek zorundaydı. Babası kuyumcu, annesi ise giysi tasarımcısıydı, ama bu zorlu yıllarda ikisi de işlerini sürdüremiyorlardı. O günler, hem Gümrü hem Yerevan’da geçen o zorlu yıllar, Tigran’ın hayatını da sanatını da derinden etkileyecekti.
Tigran üç farklı müzik okuluna gitti. 10 yıl klasik müzik eğitimi sonrası 16 yaşındayken ailesiyle birlikte Amerika’ya göç edip Los Angeles’a yerleşti. Babası rock, amcası ise caz hayranıydı. Babasının Deep Purple, Queen, Led Zeppelin koleksiyonlarıyla büyürken bir yandan da caz piyanosu eğitimi aldı. Çok çeşitli müzik türleriyle ilgilendi. Daha sonraki süreçte ise tek başınaydı, yazdı, besteledi, üretti.
Müziğe başlama ve piyano ile tanışma hikayesini Tigran şöyle anlatıyor: “Müzisyen olsun olmasın, Ermenistan’da herkesin evinde piyano vardır, her harekete müzik eşlik eder, herkes şarkı söyler. Ben büyükbabamın evinde büyüdüm. Üç yaşında notalara dokunmaya başladım, bir yıl sonra ise artık şarkı çalıyordum. Ben 10 yaşındayken Yerevan’a taşındık. Orada çeşitli festivallere katıldım, konserler verdim. Birkaç grupta söylüyordum. Dokuz yaşındayken sahneye çıktım ve Beatles’tan bir şarkı söyledim. Sonra ailecek ABD’ye göç ettik. Babam orada kendimi daha çok geliştirebileceğimi düşündü. Ermenistan’da caz yaygın değildi. Zenginseniz çocuklarınızı müziğe yönlendirebilirsiniz, ama yoksul bir aile için bu gerçekten çok zor. Bu nedenle, bazı yetenekli müzisyenler, yan işler de yapıyor.”
Politikanın sanatını kısıtladığını farkeden Tigran politikayı sanatına dahil etmekten hep uzak durdu. Kültürünü ve kimliğini, müziği ve müziğine ustalıkla yedirdiği Ermeni halk şarkılarıyla temsil etmeyi seçti. Tigran, “politika sanatı etkileyebilir ama ilham vermemeli, sanata ilham veren aşk ve yine sanatın kendisi olmalı” diyor.
Ermeni halk müziğini 13 yaşında keşfetti Tigran. Başlarda bu müziği yorumlamakta yetersiz ve yüzeysel kalsa da sonraları bu zengin kültürü daha iyi tanıdıkça, müziğini bambaşka yerlere götürecek kapıları da bir bir aralıyor olacaktı: “Binlerce yıllık bir kültürü taşıyan müziğin derinine inmek kolay değil. Halk müziğinin ne olduğunu anlamak için çok çabaladım ve keşfettiğimde çok sevdim, o kapıyı açıp içeri girdim. Dili öğrenir gibi müziği öğrendim. Dil kanımdaydı. Sadece duyguyu dürtmek, uyandırmak gerekiyordu.”
Tigran, anadilinde müzik yapmayı seçen müzisyenlerden. Diline ve kültürüne çok bağlı ve onu yaşatmayı tercih ediyor: “Dil her şeyden önemli. Dil, kültür demek. İnsanların dilin korunmasını umursamadığını görmek üzücü. Yeni bir dil öğrenmek çok heyecan verici ama anadilini kaybedersen yazık olur. Bu köklerden geliyorsun. Bedros Turyan’ı anadilinde okumak kadar heyecan verici bir şey olabilir mi?”
2013 senesinde kaydettiği Shadow Theater (Gölge Tiyatrosu) albümü ile beklentileri çok yukarılara taşımıştı Tigran. Bu albüm tüm otoriteler tarafından büyük heyecanla karşılanmış ve bir ustalık eseri olarak değerlendirilmişti. Tigran albümün adının albümdeki yaklaşımını çok iyi temsil ettiğine inanıyor: “İnsanların gölge tiyatrosunu, kendilerine ve hayata dair bir şey anlamak için izlerler. Sahnede sadece gölgeler var, renkler yok. Sahte bir şeyin içinden gerçeği anlama fikrini seviyorum. Gölgeler birçok gerçeği barındırıyor. Albümü dinleyenler, şarkıların ardındaki hikâyeleri kendileri keşfetsin istedim, bunu onların hayal gücüne bıraktım. Geleneksel Ermeni gölge oyunları da bana ilham verdi. Yerevan’da bu işi yapan arkadaşlarım var. Albümü kaydettikten sonra onlarla görüştüm. Bir kulüpte onlar gölge oyunu yaptı, sonra birkaç şarkıda beraber doğaçlama yaptık. İnanılmazdı. Doğaçlama yapmak, düşünmekle, hayal etmekle değil, kendin olmakla ilgili. Müziği müziksiz açıklamak imkânsız. Bedenin, ruhun, aklın müzikte olmalı. Bunların tümü, bir denge içinde, doğaçlamayı doğuruyor.”
Birçok otorite, Hamasyan’ın bundan sonraki müzik kariyerini Shadow Theater albümünün altına inmeme mücadelesiyle geçireceğini söylüyor. Dolayısıyla son albüm Mockroot (2015) da bu anlamda zorlu bir göreve soyundu denilebilir. Bir başka müzisyen tarafından kaydedilse ilk anda ustalık eseri olarak değerlendirilebilecekken, piyanonun başındaki Tigran olunca hemen Shadow Theater ile mukayeseler başlıyor. Buna karşın albüm adil bir şekilde kendi içerisinde değerlendirildiğinde oldukça başarılı.
Albüm caz, Ermeni halk müziği ve progressive rock türlerinin bir harmanı. Oldukça eklektik kompozisyonlar mevcut. Melodik, yer yer tekrarlar üzerine inşa edilmiş, ritmik. Kırılgan bir güzellik altında gizlenmiş rock kasları sıklıkla ortaya çıkıyor. Basta Sam Minaie, davul ve elektroniklerde Arthur Hnatek, Tigran’a eşlik ediyor. Tigran’ın ifadeci icrası ve hikayeleri, bu üçlünün başarılı tamamlayıcılığı içerisinde hayat buluyor. Aile, doğa, şiir ve ruhaniyet arayışından beslenen albüm, yüreğe dokunan melodilerden şiddetli, provoke edici rock seksiyonlarına geniş bir yelpazeyi sahipleniyor. Bir çok yerde Tigran ifadesini duygu yüklü falsetto vokali ile güçlendiriyor.
Yer yer biraz fazla tekrara düşse de, duygu yükü, hikaye anlatımındaki başarısı, ifadeci tavrı, farklı türleri ustaca harmanlaması, anlattığı hikayelerin sınırları içerisinde doğru melankoli / başkaldırı dengesi ve yüklü artistik değeriyle Mockroot özel bir albüm. Tigran’ı Mockroot’u sahnede yorumlarken izlemek için sabırsızlanıyorum.