The Act Jubilee
Kuzeyden Sıcak Hava Dalgası
7 Ekim Pazar benim için Akbank Caz Festivali’nin en önemli günüydü. Lütfi Kırdar’da ard arda izleyeceğimiz 2 heyecan verici performans için hazırdık. Önce Miles Smiles grubunun Miles Davis yorumlarını, daha sonra da Nils Landgren direktörlüğünde ACT müzisyenlerinin oluşturduğu ACT Jubilee’yi dinleyecektik. Dergi yazarlarından arkadaşım Can Ergelmiş ile birlikte Lütfi Kırdar’daki yerimizi aldık. İlk konser olan Miles Smiles konserinde başarılı bireysel performansların ve Miles Davis parçaları dinlemenin tadına vardık fakat yaratıcı kompozisyonlara ve aranjmanlara daha fazla yer verilebileceğini düşündük. Konser çoğunlukla müzisyenlerin sırayla ön plana çıkarak sergiledikleri doğaçlama sololarla geçti. Dolayısıyla ilk konserde eksikliğini duyduğumuz yaratıcı kompozisyonları 2. konserde yakalayabileceğimizi umut ederek ACT Jubilee’yi beklemeye başladık. Bu konuda biraz da Nils Landgren’in müzikal direktörlüğüne güveniyorduk sanırım.
Konser başlamadan önce sahneye ACT etiketinin sahibi Sigfried "Siggi" Loch çıktı ve bir açılış konuşma yaptı. Önce bir caz müzisyeni olmayı düşündüğünü fakat maddi sıkıntıları görünce işin business kısmına kaymayı daha isabetli bulduğunu söyleyerek izleyenleri güldürdü. Konuşmasında müzik tarihinde önemli yeri olan plak şirketi sahipleri ve müzik yapımcıları ile ilgili konuşurken Arif Mardin’e de saygı duruşunda bulundu. Konuşmanın bu kısmı izleyenlerden büyük alkış aldı.
Loch’un konuşmasının ardından, sahneye önce Lars Danielsson ve Nils Landgren çıktı. Lars Daniellson basıyla arka planda düşük seste melodik funky bir pattern çalmaya başladı. Bunun üzerine konuşmaya başlayan Nils Landgren öncelikle izleyenleri selamladı ve esprili sıcak tarzıyla seyirciyi kazandı. Daha sonra, o an arka planda süregelen müziğe sırayla sahneye davet ettiği enstrümanları ekleyerek adeta baharatlar kattığı bir yemek gibi müziği tatlandırdı ve şekillendirdi. En sonunda grubun tüm elemanları sahnede yerini aldıklarında Nils’in Funk Unit grubundan alışık olduğumuz funky bir açılış dinlemiş olduk.
Herşey mükemmel başlamıştı, fakat tek bir sorun vardı. Grup üyelerinin uçaktan apar topar inip konsere yetişmeleri nedeniyle düzgün bir sound check alınamamıştı, dolayısıyla başlarda ses sisteminde ciddi sorunlar vardı. Sound check aslında grubun ilk şarkılarında seyirci karşısında alındı diyebiliriz. Ses sitemiyle ilgili problemler yüzünden ilk bir kaç parçaya biraz yazık oldu belki. Fakat sesin oturması çok fazla zaman almadı. Bu teknik rahatsızlığımızı atlattıktan sonra keyfimizi hiçbir şey kaçıramazdı artık.
Konser boyunca sahnede enstrümanların farklı kombinasyonlarını dinledik. Bir parçada duo olarak yer alırlarken, bir sonraki parçada diğer müzisyenlerin katılımıyla quartet, bir diğerinde herkesin katılımıyla tüm ACT grubu olarak çalabiliyorlardı. İsveç’in caz dünyasına en önemli katkılarından biri olan trombon virtüözü ve vokalist Nils Landgren, postmodern cazın yenilikçi isimlerinden ECHO Caz Ödülü sahibi Alman piyanist Michael Wollny, İskandinav müzik sahnesinin en saygın gitaristlerinden biri olan Johan Norberg, enstrümanı kontrbasın sınırlarını yeniden çizen İsveçli Lars Danielsson, göz kamaştırıcı bir diskografiye sahip Alman davulcu Wolfgang Haffner, ipeksi ses rengi ve kusursuz yorumu ile dinleyicileri büyüleyen Danimarka’nın caz divası Cæcilie Norby, bariton saksafonun Fransa’dan çıkmış en önemli isimlerinden biri olarak kabul edilen Céline Bonacina ve lirizm yüklü sololarıyla dinleyenleri kendine hayran bırakan Finlandiyalı trompetçi Verneri Pohjola, bu giriş çıkışları ile bir saniye bile seyirciyi kaybetmedikleri ve heyecanı hep yukarıda tuttukları müthiş bir performansa imza atıyorlardı. Sahneden hiç inmeyen tek müzisyen, kontrbasıyla Lars Danielsson oldu.
Grup, konserin büyük bölümünde müzisyenlerin kendi albümlerinde yer alan bestelerinin ACT Jubilee için yapılmış aranjmanlarını çaldı. Burada Nils’in hakkını teslim etmek gerekiyor, konserin bu “çalışılmış”lığında şüphesiz en büyük pay onun. Onun müzikal direktörlüğü demek, parçaların gruptaki estrümanlara uyarlanması yani aranje edilmesi, estrümanların uyumunu zirveye çıkartacak armoniler yazılarak oldukça başarılı kompozisyonların seyirciyle paylaşılması demek. Bu bir önceki Miles Smiles konserinde eksikliğini duyduğumuz en önemli noktaydı. Ayrıca her parça öncesi Nils parçanın kime ait olduğunu belirterek hem o müzisyeni alkışlatarak onore etmiş oluyor hem de bir nevi müzisyenlerin tanıtımına katkıda bulunuyordu.
Çok başarılı besteler dinledik konser boyunca. Kendi bestesi olan “Suffering” parçasını Lars, piyanist Michael Wollny ve davulcu Wolfgang Haffner ile birlikte çaldı. Lars’ın en sevdiğim parçalarından biri olan bu parça başladığında çok sevindim, nedendir bilmiyorum ama çalacaklarını düşünmemiştim. Yazın Boğaziçi Caz Korosu ile Dünya Koro Olimpiyatları’nda olduğum için Arkeoloji Müzesi’nin büyülü atmosferindeki Lars Danielsson konserini kaçırmış ve bu parçayı canlı dinleyemediğime oldukça üzülmüştüm. Konserin hemen başlarında çalınan bu parçada Lars müthiş melankolisi ile beni hemen etkisi altına aldı.
Burada piyanist Michael Wollny’den ayrıca bahsetmek gerekir diye düşünüyorum, olumlu ve olumsuz eleştirel bir bakış açısı ile. Olumlu yönü, ona itibarlı ECHO ödülünü de kazandıran süper yeteneği ve duygularını seyirci ile paylaşmasına imkan veren beden dili. Fakat bunun yanında, acaba cümleleri daha yavaş kursa, parçanın melankolisini daha iyi yansıtmasına imkan verecek şekilde solosunu daha sade başlayarak adım adım inşa etse, sonrasında çok da uzatmadan ve parçanın duygusunun dışına taşmadan bütünlük içerisinde tamamlasa sanırım daha olgun bir performans olacaktı. Parçayı daha önce dinlemiş ve hayran kalmış biri olan beni yer yer parçanın duygusunun dışına çıkardığını söylemek durumundayım. Öyle ki bir yerden sonra Lars ve Wolfgang bile birbirlerine “coştu bizim çocuk yine, tutabilene aşk olsun” gibisinden bir bakış atarak gülümsediler. Tabiki Michael bu şov ile seyirciyi avcunun içine aldı ve konser sonunda da en büyük alkışı aldı. Ne olursa olsun oldukça yetenekli bir isim ve teknik anlamda da konser boyunca kusursuz bir performans sergiledi. Bunu hem sololarında, hem de eşlikçi olarak çaldığı bölümlerde arka planda bastığı akorlarda yakalamak mümkündü. Özellikle de caz geleneğinin dışında Stravinski’den Kurtag’a uzanan yelpazede Avrupa müziğinden etkilenmiş olması, sol el kullanımında da kendini gösterdi. Sol el, alışılagelmiş bir caz piyanistininkinden farklı olarak, sadece eşlikçi bas akorları basmanın dışında doğaçlamalarda sololara melodik anlamda ciddi katkı sağladı. Michael, postmodern cazın Avrupa’daki yetenekli temsilcilerinden şüphesiz.
Lars Danielsson’un kendi albümlerinden besteleri dışında, ACT Jubilee için bestelemiş olduğu bir parçayı da dinleme fırsatı bulduk konserde. Bu parçanın melodilerinde de Lars’ın şiirsel imzasını yakalamak mümkündü. Sahneden hiç inmeyen Lars, yaratıcı melodik basları, kontrbası üzerindeki mükemmel tekniği, ifadeci müziğinin mimiklerindeki yansıması ve gözlüklerinin ardından nota sehpasına ilişen gözleri ile bende notalara can veren bir profesör izlenimi uyandırdı.
Nils Landgren’in müzikal yeteneğini ve hem enstrümanı hem de vokal üzerindeki yetkinliğini biliyordum elbette, ama kuzey kanı taşıyan birinin bu denli espritüel ve sıcak oluşu beni şaşırttı. İlk sahneye adımını attığı andan itibaren ifadeci tavrıyla seyirci ile mükemmel bir iletişim kuran ve bunu hem konuşmalarında hem de müziğinde konserin sonuna dek devam ettiren Nils, büyük bir isim olmanın sadece notalara hakim olmaktan öte bir şey olduğunu düşündürdü. Konserin başında karşılaştığı türlü teknik (ses sistemiyle ilgili) soruna karşın pozitif enerjisi bir an bile düşmedi. ACT Jubilee’nin müzikal direktörlüğünü yapan Nils, trombonu ile notalarla dans etti adeta. Bunun yanında bazı parçalarda sesiyle bizi büyüledi. Nils’in ses rengi çok farklı. Tiz notalara çıkarken yüzündeki ifadenin aksine sesinde en ufak bir zorlanma ya da kulak tırmalayıcı en ufak bir kırılma yok. Su gibi, insanın içine işleyen vokalleriyle dinleyenleri aldı götürdü.
Hazır Nils’in vokalinden bahsetmişken, grubun vokalisti Cæcilie Norby’den bahsetmeden olmaz tabiki. Danimarka’nın caz divası, sözlerini yazmış olduğu bir Lars Danielsson bestesini de seslendirdi. Özellikle bu parçada, vibrato tekniğini ve geniş nota aralığını ne kadar etkin kullandığına şahit olduk. Bunun dışında konserin her anında seyirci ve diğer grup elemanları ile iletişimi üst düzeydeydi. Caecilie, enerjisi, ipeksi ses rengi ve kusursuz yorumu ile dinleyenleri büyüledi.
Gecenin diğer bir dikkat çeken ismi Verneri Pohjola oldu. Bana göre konserdeki en güzel parçalardan biri Finlandiyalı trompetçi Verneri’ye aitti. Tüm enstrümanların birlikte icra ettiği bu parça Verneri’nin Aurora albümündeki tarzını da çok iyi yansıtıyordu. Bir jazz orkestrası için yazılmış hissini sonuna kadar yaşatan bu atmosferik parçada üflemelilerin mükemmel uyumu dikkat çekiciydi. Bunun yanısıra doğaçlamalarında Verneri’nin trompeti bir hayli ifadeci ve lirikti. Onu dinlemekten büyük keyif aldık.
Grubun diğer üyeleri de, çok fazla ön plana çıkmamalarına karşın, oldukça yerinde ve başarılı bir performans sergilediler. Davulda Wolfgang, tertemiz tekniği, başarılı ritimleri ve tuşesi ile nasıl bu göz kamaştırıcı diskografiye sahip olduğunu anlatmış oldu bize. Kendi bestesi çalınmaya başladığındaysa, Wolfgang’ın sadece ritimlerle değil, melodilerle de dostluğunun ne kadar sıkı olduğunu görmüş olduk. Céline, neredeyse boyunu geçen bariton saksafonu ile sahneye çıktığında ilginç ve hoş bir görüntü oluştu. Ama bu küçük Fransız kendi bestesi olan Zig Zag Blues’da ve tüm diğer parçalarda boyundan çok daha büyük işler yaptı kesinlikle. Johan ise “Chapter Two” adlı projeden partneri Nils’e, Joni Mitchell’vari gitar tonlaması ve yaratıcı armonik akorları ile yine mükemmel eşlik etti.
Konser öncesinde, müzisyenlerin doğdukları topraklara bakarak, performansın çoğunlukla kuzey cazının etkisinde geçebileceğini düşünmüştük fakat pek de böyle olduğunu söyleyemem. Tabiki yer yer bu etkiyi de hissettik, fakat geçen sayıda kaleme aldığım konser tanıtımındaki beklentime uygun olarak eklektik bir yapıda aktı performans. Dolayısıyla ACT Jubilee’nin yaptığı müziği tek bir tür ile ilişkilendirmeye çalışmamak gerekiyor. Sahnedeki müzisyenlerin çoğunun kendi kariyerlerinde dahi bir çok farklı müzik türünden ve müzisyenden etkilendiklerini düşünecek olursak, böyle bir projede bir araya geldiklerinde yarattıkları gökkuşağını hayal edebilirsiniz. Burada bu çeşitliliğin anlamlı bir bütün içerisinde, başarılı bir sunuş ile aktarılmasını sağlayan ise şüphesiz Nils’in müzikal direktörlüğü oldu. Nils’in buradaki dokunuşu, parçalardaki armonilerde, konserin genel kompozisyonunda ve de müziğin yer yer funky/groovy tadında hissedildi.
Konserin en etkileyici anı ise sona saklanmıştı. 2008 senesinde, henüz 44 yaşındayken kaybettiğimiz ünlü İsveçli piyanist Esbjörn Svensson’un parçası sırasında Nils’in duyguları, sık sık Esbjörn’e selam yollamak için yukarıya doğrulttuğu trombonuna ve haykıran sololarına yansımıştı. Bu kaybın hüznünü sahnedeki tüm müzisyenlerin yüzlerinden ve ifadeci icralarından okumak mümkündü. Bu derin hüznün yine bir Esbjörn bestesinde, onun o yoğun melankolik melodileri aracılığıyla aktarılmasından daha dokunaklı, daha anlamlı ne olabilirdi. Esbjörn’e saygı ve selam şeklinde geçen konserin bu son bölümünde bizler de bu duyguya susmayan alkışlarla dahil olduk.
ACT Jubilee konseri Akbank Caz Festivali süresince takip ettiğim konserler arasında açık ara en beğendiğim ve hayranlıkla izlediğim konser oldu. Başta ACT etiketi sahibi Sigfried Loch ve grubun müzikal direktörlüğünü yapan Nils Landgren olmak üzere tüm ACT ekibine bu müthiş geceyi bize yaşattıkları için sonsuz teşekkürler. Umarım en kısa zamanda onları tekrar izleme şansına erişiriz.


