Ayrı Bir “Dünya”: Mercan Dede
Yeni albümü “Dünya”nın lansmanı için İstanbul’a gelen Arkın Ilıcalı (nam-ı diğer Mercan Dede) ile Borusan’da oldukça samimi ve keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.
Son albümün “Dünya”nın hikayesi nedir? Neler anlatıyor bize?
Altı sene aradan sonraki ilk albüm. Dünya kelimesi hem fiziki dünyayı anlatıyor hem de yaşam, hayat anlamları taşıyor. Benim dünyam deriz ya, onun gibi. Bu altı sene içerisinde dünyayı gezdik ve ben o süreçte hep kayıtlar yaptım. Şehirler, insanlar, dokular.. Bu albümde de zaten çoğunlukla değişik kültürlerden insanlar ve dokular var. Japonya’dan, Türkmenistan’a, ordan Ürdün’e, Paris’e, Montreal’e kadar birçok yerden dünyanın sesleri var albümde. Başka bir açıdan da, dünya evimiz ve çok zorlu bir süreçten geçiyor. Küresel ısınma, savaşlar, çevre kirliliği gibi ciddi problemler var. Hepimiz tek bir geminin üzerindeyiz, bu gemiye dünya diyoruz, ama gemi büyümüyor, biz sayı olarak artıyoruz ve bu gemiyi hızla çökertiyoruz. Yedi milyar olduk, inanılmaz. Bu problemlerin altını çizmek lazım diye düşündüm. Yani kısacası, albümün bir de bu boyutu var, dünyanın yaşadığı sosyal, politik, küresel, çevresel sıkıntılara da dikkat çekiyor.
Albümde dünyanın sesleri var. Beş kıtada konser vermek istiyoruz ki dünya tamamlansın. İlk ayağını Hindistan’da yaptık. Benim için çok önemliydi. Hepimize muazzam bir ışık olan Mahatma Gandhi’nin tek ses kaydının iznini Universal’dan aldık ve onu kullandık.
Nasıl geçti Hindistan konseri peki? Nasıl tepkiler aldın bu ilk konser sonrasında?
Çok heyecan vericiydi. Hindistan ayrı bir dünya. Mahatma Gandhi’nin sesi ve Hint müziğinden esinlenmeleri de duyduklarında çok duygulandılar. Albüm çıkmadan önceki konserdi bu ve bir yerde seyirci bize izin vermiş oldu diyebilirim. Oradaki enerjiye göre hareket edecektik, belki onu kullanmayabilirdik, saygıda kusur etmemek lazım. Önemli bir Sufi festivalinde çaldık, Gandhi’nin sesi, neyler, semazenler bir araya gelince enerjisi çok yüksek bir performans oldu, bu bir işaretti.
Ardından Kanada’da, Ottawa’da, bir çocuk hastanesi yararına bir proje gerçekleştirdik büyükelçilikle birlikte. O da Amerika kıtasında olması anlamında önemliydi. Şimdi Fransa’ya gidiyoruz, Avrupa ayağı gibi düşünebiliriz. Tam Brüksel sınırında olacak. İnsanlar Brüksel’den yürüyerek gelecekler resmen. Sınırlar ilk olmaması gereken şey esasında. Şimdi onların yıkılma süreci önemli. Buna işareten o konser var önümüzde. Zaten sonrasında da İstanbul’da albüm lansmanını yapıyor olacağız. Bekleriz. İnsan sesleri, doku, şehir, müzik, hepsinin bir araya geldiği bir albüm. Bu anlamda bana çok heyecan veriyor. Ben hiçbir albüme iki yıl harcamadım.
Ben de bu noktaya gelecektim esasında. Bu altı senelik aranın ne kadarı bilfiil bu albüm üzerinde geçti diyebiliriz? Nasıl bir hazırlık aşaması oldu?
Üç yıl önce başladık diyebiliriz. Son bir senesi ise geceli gündüzlü albüme ayrıldı. Bin iki yüz saatten fazla stüdyoda kayıt yaptık. Yetmiş sekiz parçadan azalta azalta bu noktaya geldik. Gündoğumu Mercan Dede’yi ve günbatımı Arkın Allen’ı temsil edecek şekilde iki bölüm, toplamda ise on yedi parça olarak piyasaya çıktı. Günün doğuşu ve ardından batışı ile biraz da Mercan Dede ve Arkın Allen’ı birleştirmek istedik, biliyorsun birbirinden ayrı şeyler değiller esasında. Mevlana’nın dediği gibi; şaşı olan gözümüz düzelince iki olanı tek görürüz.
Neden altı sene gibi uzun bir ara verildi peki?
İşi otomatiğe bağlamamak gerektiğine inanıyorum. Ressam resim yaparken fırçanın ucuna odaklandığı için arada geri çekilip resmin geneline bakmalı. Biz de biraz geri çekilip hayatımızın geneline baktık ve ev ödevlerimizi yaptık. Dünyada ne olup bitiyor, bağlantılarımız ne durumda, müzik endüstrisi ne şekilde değişiyor, bunları görmek istedik. Şimdi bakınca altı senenin doğru bir zamanlama olduğunu hissediyorum. Bir de insanlar artık eski albümlerimden sıkılmaya başladılar, son bir senedir yeni albüm yok mu diye soruyorlardı (gülüyor).
Müzik dışındaki projelerine de zaman ayırdın belki bu dönemde. Görsel sanatlar tarafında ne gibi gelişmeler oldu?
İnsanlar benim müzik eğitimim olduğunu düşünüyorlar, ama aslında yok. Esas alanım görsel sanatlar, eğitimim bunun üzerine. Bu altı sene görsel sanatlara geri dönme imkanı sundu bana. İki tanesi İstanbul’da olmak üzere üç tane sergi açtık. Kanada’lı Carlito ile birlikte Revolution Revelation sergisini yaptık. Çok yorucu oldu ama nihayetinde elli sekiz bin kişinin ziyarete geldiği önemli bir sergiydi. Şimdi farkediyorum da ben müzik yaparken hep seslerle gördüklerimi anlatmaya çalışmışım, görsel sanatlarda da duyduklarımı anlatmışım. Bunlar aslında birbirini çok iyi besleyen şeyler. Müzikle uğraşırken resmi özlüyorum, resimle uğraşırken de müziği, ama biriyle uğraşırken illaki bir diğeri için fikirler oluşuyor ve birbirlerini besliyorlar.
Tekrar albüme dönecek olursak; kimlerle çalıştın bu albümde?
Öncelikle şunu söylemek lazım, Mercan Dede bir proje adı. Dolayısıyla bu albüme gruptaki herkes büyük katkı sağladı. Salih Yurttaş kaval ve ney sazları ile bize eşlik etti, albüme çok güzel bir renk kattı. Hasan Gözetlik trombon, trompetlerle yine yanımızda oldu. Çok küçük yaşından beri takip ettiğimiz, özellikle trombon icrasıyla dünyadaki ender sanatçılardan. Ustalarımızdan Özer Özel tambur, Yurdal Tokcan ud, perdesiz gitar ve ebow ile yine bizi yalnız bırakmadılar. Genç dostlarımızdan Nida Faruk Okşaş, Ömer Alkılıçgil bas gitar ve gitarla çok güzel tınılar eklediler. Mercan Dede ailesinden Cafer Nazlıbaş (kemane, cümbüş, keyboard), Oray Yay ve Mert Elmas (perküsyon), Tanju Yıldız (bağlama) ve Burak Malçok (ney ve vokal) yanımızda oldular. Albümün Montreal’deki kayıtlarında benimle çalışan, Kanadalı bir DJ ve vokalist olan Greg Pidcock vokal ve alt yapılarda, çok uzun yıllardır bizimle birlikte olan ve Türkiye’deki dinleyicilerimizin yakından tanıdığı Scott Russell ise davul ve perküsyonda projeye en başından beri inanılmaz destek verdiler.
İcralar dışında besteden düzenlemelere herkes büyük katkıda bulundu albüme. Bu da bana çok heyecan veren bir şey.
O halde, kendi tarzını işlemekten öte, albümde yer alan müzisyenlerin de besteye dokunacakları çoğulcu bir yaklaşımı benimsediğini söyleyebilir miyiz?
Kesinlikle. Dostlarımız kendi evlerinde ayrı ayrı stüdyo kurdular, ben hazırladığım altyapıları onlara gönderdim, ama birbirinizle paylaşmayın dedim. Hepsi birşeyler yazdılar ve gönderdiler, dolayısıyla ortaya çok ilginç bir karışım çıkmış oldu.
Bu kadar farklı kaydı bir araya getirme aşaması da oldukça zor esasında, öyle değil mi?
Aynen öyle, zor bir süreç. Kopukluk olmamalı. Bunun için de aklı devreden çıkarıp kalple ilerlemek gerekiyor biraz. Akıl hayatın yüzde ellisi ama insan bazen yüzde yüzü gibi kullanmaya kalkıyor. Şimdi albümü dinliyorum da bazı parçalarda farklı kişiler tarafından yazılmış on perküsyon var örneğin. O kadar çok katılımcı varki bu albümde, tam anlamıyla bir “dünya” esasında.
Usta müzisyenlerin yanında her zaman gençleri de projelerine dahil ettiğini görüyoruz. Bu dengeyi nasıl kuruyorsun? Yetenek keşfi gibi bir misyonun da var mı?
Gençlere bir şekilde kapıların açılması lazım. Ben ilk İstanbul’a geldiğimde sahnede Okay Temiz Magnetic Band ile çalan Ergün Şenlendirici’yi gördüm. İlk Mercan Dede grubunda onun oğlu Hüsnü Şenlendirici çalıyordu. Şimdi de Hüsnü’nün oğlu Ergün bizimle çalıyor bu projede. Bu çok heyecan verici bir şey. Perküsyonda bizimle olan Mert ilk kez bizimle konsere çıktığında, Harbiye Açık Hava’da, 5 yaşındaydı. Şimdi 16 yaşında ve bizimle çalıyor. Bu projeler vasıtasıyla gençlerle ustalar bir araya geliyor. Gençler, ustalarla bir arada çalmaktan heyecan duyuyor. Ustalar da kendilerinden sazı devralacak gençlerle bir arada olmaktan heyecan duyuyor.
Bu arada bahsettiğin Harbiye Açık Hava konserinde ben de izleyiciler arasındaydım ve hiçbir zaman unutamayacağım müthiş bir performans olmuştu. Bambaşka bir enerjisi vardı o konserin. Bir de Boğaziçi Üniversitesi’nde Trilok Gurtu ile aynı sahneyi paylaştığınız konserin yeri çok ayrıdır bende.
Çok ilginç, aynı şeyleri hissetmişiz, çünkü bizim için de bu iki konserin yeri ayrıdır. Sen müthiş gecelere denk gelmişsin cidden.
Boğaziçi Üniversitesi konseri sonrası aynı araçtaydık seninle. Trilok sana dönüp, o dönemki Mercan Dede ekibinde yer alan genç yetenek Aykut Sütoğlu için “müthiş bir yetenek ama cümleleri daha yavaş kurmalı” demişti, belki hatırlarsın. Bu sözün çok önemli olduğuna inanıyorum. Senin için neler ifade ediyor?
Bununla ilgili çok güzel bir referans var. Zakir Hussain’e bir gün babanız kadar hızlı tabla çalabiliyor musunuz diye bir soru yöneltiyorlar. O da diyorki keşke bana babam kadar yavaş çalıp çalamadığımı sorabilseydiniz. Tam olarak Trilok’un anlatmaya çalıştığı şey bu. Gençlerin kanı kaynıyor tabi. Halbuki hızlı çalmak önemli değil, doğru zamanda doğru ritmi yakalamak önemli olan.
Son olarak, işin “business” tarafına da temas edersek, Dünya albümünü yeni bir plak şirketinden yayımlıyorsun: OnEarth Records. Bunun arkasındaki düşünce/plan nedir?
Türkiye’de inanılmaz müzisyenler var, ama halen müzik endüstrisi bakkal defteriyle ilerliyor. Producer diye bir şey yok mesela burda. Bu altı sene boyunca müzik piyasasının gittiği yön hakkında araştırmalar yaptım, ilginç fikirler geldi aklıma. Değerli dostum Zeynep (Hamedi) ile New York’taki buluşmamızda paralel fikirlere sahip olduğumuzu görünce neden birlikte bir plak şirketi kurmuyoruz dedik. Bir senelik bir çalışma sonucunda, ticari kaygıların ötesinde, samimi, derinliğe sahip eserler üreten, butik bir plak şirketi kurma fikrinde birleştik.
Bunun yanında, genç, yetenekli, ama imkanları kısıtlı olan ve bugüne kadar herhangi bir albümü çıkmamış bir müzisyeni desteklemek, ilk albümünü yapmak, ilk konserini düzenlemek ve müzik dünyasına ilk adımını atmasını sağlamak gibi de bir planımız var. 5 senelik bir plan bu ve her sene bir albüm hedefliyoruz.
Ömer Erdoğdular gibi hocalar bizlere çok emek verdi. Biz bu emeği gençlere veremedik belki ama en azından bu tip platformlar oluşturarak bir parça katkı sağlayabiliriz. Bu bana çok heyecan veriyor.
Ömer Erdoğdular demişken, ben de kendisinin talebesi olma şansını yakalamıştım bir dönem. Kendisi çok büyük bir üstad. Böyle isimler geleneksel musikiyi devam ettirme yolunu seçmişlerdir ve füzyona pek sıcak bakmazlar. Bu noktada eleştirildiğin oluyor zaman zaman. Neler söylemek istersin?
Ömer Hoca daha biz neyden ses çıkartamazken bize emek veren biri. Onlar başka bir dünyanın insanları ve ben o dünyaya muazzam bir saygı duyuyorum. İyiki bu insanlar varlar ve onlar sayesinde bir kültür yaşamaya devam ediyor. Ama düne ait söz dünde kalıyor ve bugün yeni bir söz söylemek lazım. Ben bu dönemde doğmuşum ve bu dönemde doğmamın da bir sebebi var. Önemli olan yaşadığın dönemin ne olduğunu ve neden orada olduğunu algılamak. Yedi milyar insan var ve her birinin parmak izi ayrı. Bizim üzerimize düşen fotokopi makinasından farklı olmalı. Yaradılış olarak muazzam bir potansiyele sahibiz. Hiçbir bilgisayar insan beyninin işlem gücüne sahip değil. Bir saniyede iki yüz milyar bit bilgi işleyebiliyor beynimiz. Bu işin sadece beyinle ilgili olan kısmı, kalbe geçmedik bile. O zaman bize düşen öncelikle kalbimizde kim olduğumuzu bulmak. Eğer kim olduğunu bulmak istiyorsan en sevdiğini, saydığını, hocanı, gerektiğinde aileni bile bir kenara koymalısın. Bu zor bir şey. Onları bir kenara koyduğunda öncelikle muazzam bir yalnızlık ormanına giriyorsun. Neyzen Tevfik’in bir sözü vardır, mahcubiyetten sıyrılasın ki kendini bulasın diye. Hala çok eleştiriliyorum. Mercan Dede adını bile başka bir tarafa çekip tasavvuftaki bir dede sıfatı gibi değerlendiriyorlar, halbuki İhsan Oktay Anar’ın Puslu Kıtalar Atlası kitabındaki bir karakterin adı. Çok güzel bir söz var, herkes tarafından beğenilmeye çalışmak sıradanlığa atılan ilk adımdır diye. Burada kritik soru şu, çok başarılı bir başkası mı olmak istersin, yoksa artısıyla eksisiyle kendin mi. Yine bir alıntı yapmak gerekirse, ormanda iki yol vardı, ben az kullanılanı seçtim, bütün fark bundan doğdu.
Röportaj kaydını tamamlamamızın ardından Arkın’la yaklaşık bir saat boyunca hayatımızdaki seçimlerden, benlik arayışlarından, ya tren kaçarsa korkusuyla uzak durulan yollardan ve risk alınarak girilen sokaklardan konuştuk. İstanbul’a ilk gelişinde yaşadığı zorluklara karşın içindeki tutkuları takip edişini, yapmak istediklerini gerçekleştirme yolundaki inanç ve kararlılığını büyük bir hayranlıkla dinledim. Tüm bu yeteneklerine ve gerçekleştirmiş olduğu başarılı projelere karşın her bir hareketinde ve sözünde ayrı bir olgunluk ve tevazu vardı. Gerilere gittiğimizde yollarımızın bir kaç kez ilginç şekilde kesiştiğini farkettik. Umarım en kısa zamanda bu ilginç karşılaşmalardan birini daha yaşıyor oluruz. Mümkünse az kullanılmış bir patika üzerinde.


