top of page
Search
  • Writer's pictureCan Karakus

İyileşeceğiz

Updated: Nov 24, 2021


Özkonak, Kapadokya bölgesinde Avanos ilçesine bağlı bir kasaba. Her ne kadar yer altı şehri ve Belha Manastırı ile bilinir olsa da özünü kaybetmemiş bir yer; bozkırın ortasında, yalnız ve güzel. 90’lı yıllar. Anne tarafım Özkonak’lı olduğu için her yaz okul tatil olunca babam, annem ve ben, köy yolcusuyuz. Babam bizi köye getiriyor, biraz kaldıktan sonra işleri için İstanbul'a dönüyor. Yazın sonunda da geri gelip bizi alıyor. Anneannemin köy ziyareti daha da uzun. Havalar biraz ısınır ısınmaz soluğu köyde alıyor, havalar soğuyana kadar da kalıyor.


Öyle güzel ki Özkonak. Mağaralarda geziyor, komşunun eşeğine biniyor, camii önündeki geniş alanda diğer çocuklarla top peşinde koşuyorum. Babam oradayken araba kullanmayı öğreniyorum. Bir köy düğününe denk gelince de oturuyorum sininin başına, nohutlu bulguru kaşıklıyorum. Ne lezzetli pilav bu böyle. Kurak köy sıcağında nefis buz gibi ayran yanında. Ama köye dair aklımda kalan en lezzetli şey başka; anneannemin tandırda yaptığı soğanlı patatesli acılı bazlama.


Yazlardan birinde bir köpek yavrusu dolanıyor bizim evin oralarda. Çok tatlı bir hayvan. Adını Kontes koyuyorum. Gizlice anneannemin kilerdeki kuru fasulyesinin içindeki etleri çıkarıp Kontes'e veriyorum. Anneannem öğrenince zılgıtı yiyen Kontes oluyor: "Kaç! Ciğerinden yanasıca! get!"


Eski, tek oda bir taş evi var anneannemin. Anneannemin tarlada çalışırken sancısı tutunca dönüp annemi doğurduğu ev burası. Annemle ben orada kalıyoruz. Sabah uyanıp kapıyı açınca manzara hep aynı: Bütün ayakkabılar evin girişindeki basamaklardan aşağıya yuvarlanmış, yerli yerinde duran tek çift benimkiler. Ve hemen yanı başında kıvrılıp yatan Kontes.


Yazın zaman, Aynule çeşmesinin suyu gibi güldür güldür akıyor bu bozkır sıcağında. İstanbul'a dönüş vakti gelip çatıyor. Babam arabayı hazırlamış, eşyalar arabaya yerleştiriliyor. Anneannem ve komşular, vedalaşma ve arkamızdan su dökme seansı için hazır. Kontes'i de alalım diye yalvarıyorum. “Nerde, nasıl bakalım İstanbul’da” diyorlar. Kontes'i son bir kez seviyorum. Kafamda sorular: “Acaba gelecek yaz olacak mı tekrar oralarda? Bekler mi beni?”. Kontes kenarda taşlardan yapılmış kulübeye benzer küçük yuvasından bakıyor. Arabaya binip üzgün şekilde arka koltukta arkama yaslanıyorum. Babam etrafı kontrol ediyor, Bismillah deyip gaza basmasıyla bir yaygara! Araba duruyor, babamla annem arabadan iniyorlar, ben ne olduğunu anlamıyorum. Kontes araba hareket eder etmez arabanın altına atlamış. Ağlıyorum: “Kontes'e noldu, bakayım!". “İyi Kontes, komşular pansuman yapacak, iyileşecek" diyorlar.

Kontes’in öldüğünü söylemiyorlar. Ağlayarak, çocuk kalbimle “Kontes iyileşsin” diye dua ederek arkama yaslanıyorum. Babam belli belirsiz bir dua mırıldanıyor. Yola çıkıyoruz.


***


Dedemle babaannemin oturduğu Fatih Atikali’de bodrum katındaki o eski evde az kalmadım çocukken.

Dedemi hayal meyal hatırlıyorum. Uyurken çocuk aklımla şaka olsun diye korkutarak uyandırmalarım ve dedemin peşimde, babaannemin de en arkada evde koşturmalarımız bir rüya gibi beynimin dehlizlerinden çıkıp geliyor ara ara.


Dedem bu şakalarıma alınırmış biraz, “bu çocuk beni neden sevmiyor” dermiş. Halbuki ben o çocuk halimle, dedemi uzun zaman görmediğim bir dönemin sonunda hasretle soruyorum annemle babaanneme: “Dedemi özledim, ne zaman göreceğim?”. Uçaksavar’da anneannemin evinden çıktığımız, ilk 2 sınıfı okuduğum Orgeneral Kami Güzey İlk Öğretim Okulu’nun önünden geçiyoruz. “Deden hastanede, iyileşecek, görüşeceksiniz.” diyorlar.


Dedemin öldüğünü söylemiyorlar, dedemin yüzünü unutarak büyüyorum.


***


Babaannem çok başkaydı benim için. Elinde büyüdüm. Fatih Atikali’deki evde babaannemde çokça kaldım çocukken. Pazardan dönerken “Ver babaanne ben tutayım parayı” deyip sonra karşıdan karşıya geçince elinden sıyrılıp dosdoğru dondurmacıya. Babaannem de kıyamaz, göz yumardı tabi.


Eski bir mahalle. Evin önündeki sokak çıkmaz sokak olunca araba pek olmuyor. Rahatça çıkıyorum sokağa. Bir keresinde sokakta oynarken komşu elime bir porselen tabak tutuşturuyor: “Yoğurtçudan yoğurt al da gel, olur mu?”. Vazifeyi aldım ya vitesi bir anda beşe takıyorum, takmamla takılmam da bir oluyor. Elime giriyor porselen kırıkları. Babaannemle doğru az ötedeki polikliniğe. Babaannem öyle üzgün ki, ne yapacağını şaşırmış durumda. Bir yandan komşuya kızıyor, bir yandan ahlar vahlar içinde bana üzülüyor. Gözleri dolu dolu. Elimin içindeki kırıkları temizliyorlar, sonra da dikiş atıyorlar. Kendimden beklemediğim kadar cesurum. Babaannemin yanına gidiyorum hemen: “Babaanneciğim, bitti gitti bak, üzülme sen, iyileşeceğim”.


Sol avucumda hala taşıyorum dikiş izimi. Belki de çocukluğumu. Babaannemi.


***


Dedemin ölümünden sonra uzun yıllar babaannem bizimle kalıyor. Önce Rumeli Hisarüstü, sonra Çağlayan’da annem, babam, babaannem bir aradayız. Yıllar sonra babaannem Kurtuluş’a küçük bir eve geçiyor. Ama mesafeler hiç giremiyor aramıza. Sık sık babaannemdeyim. Her gittiğimde mutlaka o sevdiğim gofretten var evde. Her markete gittiğinde ben seviyorum diye alıyor ve o arka odadaki dolaba koyuyor. Bana bir şeyler ikram edene kadar defalarca soruyor hep: “Allah aşkına bak, aç mısın?”. Aç değilsem bile pes etmiyor: “Elma soyayım? Mandalina var? Meyve suyu?”.


Baba tarafımın kökleri Arnavutluk’un güneydoğusuna uzanıyor. Dedemin ailesi Kagjinas’lı, babaanneminkiler ise Novosela. Aileleri harp zamanında İstanbul’a göçüyorlar. Babaannem her ne kadar burada doğmuş da olsa, aileden sebep iki ana dilinden biri Arnavutça. Çocukluğumdan beri hep Arnavutça şarkılar söylüyoruz babaannemle. Şarkı bitince babaannem Türkçe mealini açıklıyor, tabi çeviride anlam erozyona uğruyor, kulağa çok hoş gelmiyor. En sonunda babaannemin sözü hiç değişmiyor: “Ama Arnavutçası uyuyor.”


Uzun yıllar sağlıkla geliyor babaannem 90’larına. Ama sonra kardeşinin ölümü ardından ve tabi biraz da yaşlılıktan sebep kalp damar hastalıkları baş gösteriyor. Israrcı olan rahatsızlık sonucu hastaneye yatışını yapıyoruz. Damarlar tamamen tıkalı, doktorlar ya her gün eziyet çekerek ve risk altında yaşayacak ya da ameliyat şansını deneyeceğiz diyorlar. Çok zor karar. Ama mevcut durumu da her geçen gün olumsuza gidiyor. Hastane ve doktorlar tanıdık ve alanlarında oldukça iyiler. Güveniyoruz. Başka çaremiz de yok gibi zaten.


Ameliyata gireceği gün, gözler doluyor, babaannem by pass ameliyatı için ameliyathaneye inerken ben de hastaneden çıkıp Atikali’ye babaannemin eski evinin sokağına gidiyorum. Neden gittiğimi bile bilmeden. Bir şey beni oraya çağırıyor sanki. Neredeyse 30 yıldır gitmediğim bu sokağı çocukluğumdan kalan bazı hayal meyal sahneler sayesinde buluyorum. Ağlayarak sokaklarda yürüyorum, dua ediyorum. Dönmeden önce, son olarak, dedemin zamanında göbek bağımı gömdüğü, köşedeki Atikali Camii’ye uğruyorum: “Babaannem iyileşsin Allah’ım, lütfen”.


Babaannem başarılı bir ameliyat geçiriyor. İlk yoğun bakım ziyaretine ben de iniyorum. Hayatımda ilk kez onu bu kadar zayıf ve acı içinde görünce inanılmaz etkileniyorum. Tek tesellim ise, bitkin, gözleri kapalı, ağzı açık, acıdan ahlayan o haliyle bile sesimi tanıyıp bana dudaklarını birleştirip yollamaya çalıştığı o öpücükler. Sonradan saatlerce tutamayacağım gözyaşlarımı o an kendimi tutarak içime akıtıyorum ve babaanneme emin ve şefkatli bir sesle konuşuyorum: “Babaanneciğim, bitti gitti bak, biz hep buradayız, seni bekliyoruz. İyileşeceksin.”


Babaannemin durumu, her ne kadar iyileşme gösterse ve bir ara tedavisine odasında devam edilse de, daha önceden ameliyat olduğu bağırsaklarındaki rahatsızlık nüksedince tekrar kötüye gidiyor. Tüm tedavi denemeleri başarısız kalıyor ve babaannemi kaybediyoruz. Kayıp haberi bana ben iş sebebiyle Manisa’dayken geliyor. Gece babamın yaklaşık 20 civarı aramasını telefonum sessizde kaldığı için duymuyorum. Sabah uyanıp aramaları gördüğüm o anda zaten her şeyi anlıyorum. Belki de babaannemin yoğun bakımda kendinde olmadığı ama hala nefes alıp verebildiği o son anlarına yetişme şansımı kaçırıyorum. Apar topar yola çıkıyor ve dört saatte İstanbul’a gelerek cenazeye yetişiyorum.


Bugün babaannemin bana aldığı o gofret hala marketlerde, ama tadı aynı değil.


Telefonumu ise artık geceleri sessize almıyorum.


***


Annem ve babam ayrıldıktan sonra üniversite sonrasında bir kaç sene annemle yaşıyorum. Anneannem ise uzun yıllardır, akrabası Sahre Hala (gerçek adı Zehra) ile yaşıyor. Hem benim ayrı eve çıkmam hem de anneannemin yaşı ve bakımı sebepleriyle bir süre sonra annem ve anneannem beraber yaşamaya başlıyorlar.


Covid dönemi evlere kapanmış durumdayız. Anneannem hastalanıyor. Ciğerlerini üşütmüş. Test yapılıyor; Covid negatif. Sadece üşütme. Seviniyoruz. Daha önce de zatürre olmuş ve atlatmıştı. Eski toprak sonuçta. Köyde hamile haliyle tarlada çalışan, yine böyle bir günde tarladan eve gelip doğum yapan, bir dakika yerinde duramayan, ömrünün büyük bölümünde köy hayatı yaşayan güçlü sağlıklı bir Anadolu kadınıydı benim anneannem. Yine atlatır inşallah diye dua ediyorum, her ne kadar durumu endişe verici olsa da.


Annem “Söylüyorum cereyanda kalma diye ama gece açıyor camları soğukta oturuyor, şeker hastası, hissetmiyor tabi” diyor. Bir süre sonra durumu kötüleşip nefesi kısıtlanınca hastaneye yatırıyoruz. Covid sebebiyle ziyaretçi kısıtlamaları var, sık sık ziyaret edemiyoruz, yanında kalmamıza ise izin yok. En son ziyaretine gittiğimde aşağıya hava almaya indiriyorlar. Beni gördüğüne seviniyor. Nefesi kısıtlı, oksijen desteği ile nefes alabiliyor. Her zamanki o konuşkanlığı, yerini nefes alma mücadelesinin yorgunluğuna bırakmış. Yine de konuşmak istiyor bol bol. Belli ki günlerdir canı sıkılmış odasında. “Yemeğin neyin var mı” diye soruyor bana kendi halini unutup. “Annen virsin de eve götür yi, cici Can’ım benim”. “Anneannem çok daha iyisin maşallah, iyi gördüm seni. Eve geçeceğiz yakında, iyileşeceksin.” deyince de “Yoook iyi değiliiim, son günlerimi yaşıyooom Can’ım” diyor.


Anneannem doğru biliyor. Ertesi gün telefon farklı çalıyor: “Can, anneanneni kaybettik oğlum.”


***


Ne zaman kötü bir şey yaşasam, ne zaman yalnızlaşsam, kırılganlaşsam hemen çocukluğumun o büyülü şefkatine koşuyorum. İyileşecek dediklerim yanımda olmasalar bile onları hatırlayınca iyileşiyorum.


Avcumdaki dikiş izi gibi içimde taşıyorum sevgilerini. Bir gün tekrar bir araya gelince tamamen kapanacak ruhumdaki yaralar, biliyorum. İyileşeceğim. Hissediyorum.




154 views0 comments

Recent Posts

See All
bottom of page